Kitap Tavsiyesi
KADININ ADI YOK!

Küçük yaşlardan itibaren eşitsizlikle, dışlanmışlıkla büyütülüyoruz toplum tarafından. Belli bir kalıplara sokuluyoruz. Erkek çocuklarına reva görülen şeyler kız çocukları için birer yasak haline geliyor. Genç yaşlardaki bir erkek çocuğu gece 11'de eve gelince aile reisi hiçbir şey söylemezken aynı yaşlardaki kız çocuklarının akşam ezanında evde olması bekleniyor. Akşam ezanını biraz geçince ise ya bağırılıyor çağırılıyor ya da binbir surat yapılarak o gün o insana zehir ediliyor. Erkek çocukları bakkala, markete, çarşıya, sokağa hiçbir zorluk çekmeden gidebiliyor fakat kız çocukları daha çok küçük yaşlardan itibaren gerek bakışlarla, gerek sözlerle taciz ediliyor. Hatta acı bir durum fakat istismar oranları bile çok yüksek ülkemizde. (Tabii ki erkek çocuklar da istismar ediliyor fakat büyük çoğunluk kız çocukları olduğu için genelliyorum.) Kız çocukları küçük yaştan itibaren bir erkeğin korumasına muhtaç yetiştiriliyor. Karanlık çöktüğünde kız çocukları dillerinde dua ve ellerinde biber gazı olmadan sokaklarda yürüyemiyor. Arkalarında bir çift ayak sesi duyunca soğuk terler döküyor, telefonla abisi yoksa bile abisiyle veya babasıyla konuşuyormuş gibi yapıp güç alıyor. Tüm bunlara hiç gerek yokken...Yazın 36 derece sıcakta erkekler kısa şortla dolaşabiliyor fakat kızlar kapri bile giyse bu göze batıyor. Mahallenin her şeye dikkat eden saygısız radar komşuları tarafından uyarılar gelmeye başlıyor. Dinimize göre erkeklerin de diz kapaklarından üstünü örtmesi gerekirken bu oluyor hem de, fakat yasaklar toplum tarafından kadınlara kesiliyor çoğu zaman.
Sadece sosyal ilişkilerde değil, eğitimde de oluyor ayrımcılık. Bir kız çocuğu matematikle, fen bilimleriyle, mühendislikle ilgilendiğinde yadırganıyor. Sanki mühendislik ve matematiksel bölümler yalnızca erkek işiymiş gibi algılanıyor. Hele hele inşaat mühendisi bir kadın çıkınca tüm işçiler bir şok geçiriyor! Aman Allah'ım, dünyanın olayı bu. Sanki Ay'a uzay elbisesi yokken çıkılmış gibi karşılanıyor. Diyorsunuzdur ki "sen şükret ayrımcılık olduğuna, hiç okuyamayan kızlar da var", ki doğru. Kız çocuklarının okumasına lüks olarak bakılıyor. Hele hele başka şehirlerde okuyunca bir de bu şehir büyük bir şehirse o kızın önüne engeller koyulmaya çalışılıyor. İnsanlar sevineceğine, destekleyeceğine, gelişmiş bir insan yetiştirip ülkeye faydalı bir şey yapmaya çalışacağına daha da köstek olmaya çalışıyorlar. O kız okuyup kendini geliştirince de arkasından denilmeyen kalmıyor. Bu bir suçmuş gibi tepkiler geliyor. Bu her ne kadar kendisinin başarısı olsa da "onu da babası okuttu, bizi kimse okutmadı ki okuyalım" dedikoduları yükseliyor. Kimse beynini azcık kullanıp da bir insanın tüm basamakları kendisinin çıkabileceğini, kimsenin kimse yerine sınavlara giremeyeceğini, ders çalışamayacağını düşünmüyor.
Sıra işe girmeye gelince de dişi bireyimiz binbir çeşit tacizden daha geçiyor. Patronun bakışları, çalışanların bakışları ve hatta eyleme dökülen hareketler... Her tür zorluk atlatılıp da işe girildi diyelim, eğer kadın işinde yükselirse de bunun "vücuduyla veya güzelliğiyle alındığı" savunuluyor. Güzel olmayan bir kadının asla ama asla bir yerlere geleceği düşünülmüyor. Gelse bile kalıcı olabileceği kimseye olası gelmiyor. Önemli olan bireyin niteliğiyken, bireyin ürettiği ve kazandırdığıyken bu olay çok farklı bir hale dönüşüyor. Kadın bireyi bir de iş hayatında zorluklar bekliyor. Bir de onca medeniyetsizlikler ve olanaksızlıklar arasında bir eş adayı bulundu ve evlenildi diyelim, toplumun asil(!) üyeleri kadının kesinlikle işi bırakıp evde oturması gerektiğini düşünüyor, çalışan kadınlara birer amazon, birer isyancı gözüyle bakılıyor. Sanki hayat müşterek değilmiş gibi, sanki tüm yük kadının omuzlarında olmalıymış gibi lanse ediliyor ve kadın resmen çift vardiya yapıp hem işte hem de evde iş yapmak zorunda kalıyor. Çamaşır, bulaşık, temizlik, ütü ve diğerleri.. Er kişisi hiçbirine neredeyse elini sürmüyor. İçinden gelip de yardım etti diyelim, konu komşu tarafından yadırganıyor, çünkü kendi öz karısına yardım etmesi büyük bir olaymış gibi geliyor.
İşte Duygu Asena da Türkiye'nin ilk feministlerinden biri olarak bu zifiri karanlık sorunlarımıza ışık tutmaya, bilinç uyandırmaya çalışmış bu kitabıyla. Kitabın adı bile insanı birçok konuda düşünmeye sevk ediyor: Kadının Adı Yok. Nasıl oluyor da her bireyin ayrı bir kişiliği, yetenekleri, başarıları varken veya olması gerekirken kadının adı olmuyor? Bize kullanmamız için verilen bu güzel ve gelişmiş beynimizi kullanıp bunun üzerine biraz düşünmemiz gerekiyor..
(sayfadaki resim Google Görseller'den rastgele seçilmiştir.)
Yorumlar
Yorum Gönder