Kitap Tavsiyesi

                                                                     Doğa Tarihi 

    Doğa Tarihi'ni ben İstanbul'a geldiğim ilk yıl Tüyap Kitap Fuarı'ndan almıştım. Okumuştum da hatta fakat geçen gün düşünürken çok da bir şey hatırlamadığımı fark ettim. Kitabın ilk elli sayfasından sonrası yoktu hafızamda. Yeniden okumaya karar verdim. İkinci okuyuşumda da gerçekten kitabın üçte birini çizdim. Hakan Bıçakçı'nın karakterler üzerinden o kadar güzel, haklı eleştirileri vardı ki... Daha okurken bile blog yazısı yazacağımı kararlaştırdım çünkü son zamanlarda bunlar üzerinde ben de çok düşünmeye başladım. Bu yazımda da kitapla ilgili çok spoiler vermemeye çalışacağım, sadece durumlar üzerinden gideceğim.

   Baş karakterimiz Doğa. Otuz beş yaşında. İstanbul'da bir plaza çalışanı; yani Beyaz Yakalı. Pozisyonu da gayet yüksek. Lüks bir sitede annesiyle yaşıyor. Annesi ve babası ayrı. Lise yıllarında falan normal bir yaşam sürerken Doğa bir gün Londra'da hayatını değiştiren bir seçim yapıyor. Bir mağazada hayranı olduğu grubun kendisinde eksik olan tek albümünü görüyor. Sevinçle onu alarak kasaya giderken aynı grubun bir de tshirtünü görüyor. İkisi arasında kalıyor. Dinlediği grubun elinde olmayan tek albümünü alarak kendi müzik zevkini taçlandırmayı mı seçecek, yoksa müzik grubunu dinlediğini göstermeyi mi? Tshirtü alarak müzik grubunu dinlediğini insanların görmesini seçiyor. O günden sonra Doğa'nın hayatı hep insanlara bir şey göstererek, insanlardan içten içe takdir, beğenilme dileyerek, onların beğenisi, ilgisi olmayınca depresyonlara girerek geçiyor. Aynada saatlerce kendisini inceliyor, istediği için değil; kafasındaki "Doğa" tanımına uysun diye yoğun makyaj yapıyor, renkli lens takıyor. Spora bile güzel olduğu söylensin diye gidiyor. Doğum günlerinde bile ilgi gördüğü için mutlu olmuyor, mutlu olmak için ilgi görüyor. Sosyal medyada en çok "beğenilen" fotoğrafını o da en çok beğeniyor. İnsanların yorumlarıyla beğenilerini şekillendiriyor. Beyaz şarap sevmediği halde, beyaz şarap içtiğinin bilinmesini sevdiği için beyaz şarap içiyor. O günlerde ne modaysa onu yapıyor, modası geçince yaptığı şeyi de bırakıyor. Kısacası Doğa, yaşadığı şeyleri bilinsin diye yaşıyor, sevdiği için değil. 

    Doğa'nın bir de erkek arkadaşı var: Onur. Onur da Doğa'nın erkek versiyonu. Yine lüks bir sitede yaşıyor, maddi hiçbir sıkıntı çekmiyor. Doğa'yla aşık olduğu için değil, yanında "aksesuar olarak" güzel durduğu için birlikte. Doğa onun için kalitenin tanımı (?) olduğu için, onu kartvizit olarak kullanıyor. Evlendiklerinde, hatta çocuk yaptıklarında toplumsal olarak statü atlayacağı için onunla evlenme hayalleri kuruyor. Arabada müzik değil, yeni aldığı ses sistemini dinliyor. 

    Aslında fark etmesek de hepimizin hayatı Doğa ve Onur gibi insanlarla dolu. Yüzeysel, sığ. Yaptığı şeyin fotoğrafını çekmeyen, çekmek için yapan, buluştuğunda fotoğraf çekmeyen, çekmek için buluşan. İnsanlar sahip olduğu şeyi konuşsun diye bir şeyler alan. Asgari ücretli bir tanıdığımın Apple marka bilgisayarı, akıllı kol saati ve son model telefonu vardı. Ve eminim ki bunlar konuşulsun, dışarıdan öyle gözüksün diye alınan şeylerdi. Önemli olan onu kullanmak değildi, kullandığının bilinmesiydi. Toplumsal olarak statü belirleyen şeylerdi onlar. Ayrıca sosyal medyada bolca görüyoruz, insanlar fotoğraflarını paylaşmadan önce fotoşopluyor, normal halini bildiğimiz insanların ince veya kaslı halli sunuluyor önümüze. Gerçek gibi. Yüzünün normalini bildiğimiz insanların yüzüne yabancı kalıyoruz. Ben düşününce buna çok üzülüyorum. Bir insan kendi yüzünü bile nasıl farklı sunabilir aklım almıyor. Geçen gün birinin fotoğrafında gördüm, Japon animelerinin yüzü gibiydi, düşünün. Kimsenin yüzü o kadar pürüzsüz olamaz. Çok düşünüyorum aynada karşılaştığı yüz yabancı gelmiyor mu? Ben olsam sosyal medyada karşılaştığım yüzden sonra yatmadan önce aynada karşılaştığım yüzü görünce tekrar tanışma ihtiyacı hissederdim "merhaba ben Dilek" diye. Tüm bu anlattıklarıma ben Doğa Sendromu diyorum. Bir bedenin içinde hapsolmuş iki ayrı insan; biri olan, biri sunulan. Bu gerçek bir rahatsızlık. 

    Doğa Tarihi'ni okuduktan sonra ben gerçekten düşündüğüm her şeyin dillendirildiğini gördüm. -Mış gibi yapmanın, olduğundan farklı olanı sunmanın, ilgiye açlığın kitabını yazmış Hakan Bıçakçı. Elimde olsa herkese okuturdum bunu. Ciddi anlamda tavsiyemdir, okuyun! 











Yorumlar

  1. merhaba hanımefendi. bloğunuz ve yazılarınız çok güzel. akıcı ve kolay okunuyorlar. sanki sohbet tadında. çok güzel ifade ediyorsunuz gerçekten. umarım devam edersiniz yazmaya.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gezelim Görelim

Gezelim Görelim